“O, size Kitap’ı ayrıntılı olarak indirmişken, Allah’tan başka bir hakem mi arayayım?”
(Enam 114)
Anlam Arayışı ve Din
Hayatım boyunca hayatın anlamı hakkında hep düşündüm ve bu hususta daima arayış içinde oldum. İnançlarımı gençlik yıllarından itibaren sorguladım. Çok faydasını gördüm ve dolaysıyla meslek hayatımda da öğrencilerime öncelikle sorgulamayı öğretmeye çalıştım. Bu sürecin zararlı gibi görünen yanı şudur. Her anlam arayışınız ve bunu seslendirişiniz çoğunluk tarafından önce yalnızlıkla, sonra da ıslah edici pozuna bürünmüş bozguncular marifetiyle hakaret içeren bel altı vuruşlarla ve iftiraya varan yaftalarla cezalandırılır. Fakat bu bir zarar değildir aslında! Sizin sabrınızı, cesaretinizi mücadele gücünüzü, en önemlisi Allah’a olan imanınızı artıran, anlam arayışında size mesafe katettiren ve güçlü kılan bir olgudur.
Galiba çocukluk yıllarında bile sorgulayan bir yapım vardı. Zira 10 yaşındayken Yaz Kuran kursundaki hocama, Hristiyanlar ve Yahudiler cehenneme gidecek, sadece Müslümanlar kurtulacak, diyorsunuz, Müslüman bir anadan ve babadan yaratarak Allah bize torpil mi yaptı diye sorduğumu hatırlıyorum. Hocamızı bu soruya çalışmamıştı! Elbette cevap veremedi ve topu orta sahada dolaştırmak zorunda kaldı. Hocamız İstanbul Yüksek İslam Enstitüsünde (Bugün Marmara İlahiyat Fakültesi) okuyan son derece sempatik, üniversite öğrencisi genç bir insandı. Dersten çıkışta, kapıda “ulen kerata” diyerek enseme sevgi mahsulü hafif bir şaplak atmıştı. Tahsil ve terbiyesi eksik, kafası basmayan klasik bir hoca olsaydı bu şaplak gerçek bir tokat olurdu ve muhtemelen ben bir daha o Kuran kursunun kapısından girmezdim. Neticeten bu sorumun cevabını taa üniversite yıllarında Kuranda buldum.
Değil mi ki hayatta ölüm var? Yaşadığımız hayatın da bir anlamı olmalı!
İşin gerçeği kimse ölümü yalanlayamıyor. Herkes istemese de ölümü kabul ediyor, öleceğini biliyor. Fakat insanların çoğu hesap gününe inandığını söylediği halde öleceğini bilerek yaşamıyor! Bunun hikmeti nedir?
İnanç fıtrata konmuş. Ben inanmayan insan görmedim. Ancak hayatı ve ölümü anlamlandıramayan çok insan gördüm. İnanmadığını söyleyenler dahi bir şeylere inanıyor ve kendi içinde bir anlamlandırma çabası gösteriyor. Kimi az, kimi çok. Çok gösteren muhakkak olumlu bir istikamete yöneliyor.
Dinler Anlam İhtiyacını Neden karşılamıyor?
Bu aşamadan sonra soru şu!
İnsanların anlam ihtiyacına dünyadaki dinler ne kadar cevap veriyor veya verebiliyor? Buna çok olumlu cevap vermek maalesef çok mümkün değil. Ruhbanlaştırılmış ve metaya dönüşmüş tüm dinler bu konuda sınıfta kalıyor ve kalmaya mahkûm!
2020’de yapılan bir araştırmaya göre ülkemizde 935 kişiye bir cami düşüyormuş. Yaklaşık 90.000 cami iki katı imam ve müezzinimiz var. Devasa bir diyanet teşkilatının yanında 2022 tarihi itibariyle 105 adet İlahiyat Fakültemiz binlerce akademisyenimiz var.
Ancak ülkemiz 2022 İslamilik Endeksi sıralamasında 100. sırada! İlk 42’de Müslüman ülke yok. Müslüman ülke olarak Malezya 43. Sırada yer alıyor. Yani bizler İslam’ın temel ilkelerini, ahlaki prensiplerini davranış haline getiren bir toplum ve kavim değiliz.
Şekil itibariyle dindar görünen bir sosyoloji olarak bu ikircikli ve münafıkça davranış tarzını nasıl açıklayacağız? Sonuç olarak din olgusuna ciddi para ayıran/yatıran ülkemizde din ve ahlak adına olumlu bir portre söz konusu değil.
Bu hakikat bir şeylerin yanlış gittiğini din olgusunun sorgulanması gereğini açıkça gösteriyor. Bu nedenle makaleyi iki ayrı bölümde ele aldım. İlk bölümü “KURAN NEDİR VE MÜSLÜMANLIK İDDİASINDAKİ MEZHEPÇİLERE KURAN NEDEN YETMİYOR?” başlığı altında, İkinci makaleyi ise, “ŞİRKTEN TEVHİDE GİDEN YOLDA PROF DR. İBRAHİM ESİNLER VE KURAN MUCİZELERİÜZERİNE /BURADAYIM DİYEN ALLAH VE HÜSRANDAKİ İNSAN!” başlığı altında, “Kuşkusuz bir halk kendi durumunu değiştirmedikçe, Allah onların durumunu değiştirmez” (Rad.11) gerçeğinde hareketle kaleme aldım.
Gerçek şu ki, dinle para, rant mal ve makam bir araya geldi mi o toplumun zehirlendiğini ve orada sahih bir dinin ve ahlakın asla olmayacağını görmek zorundayız. Kalplerin şüphelerden arındırılması, yolumuz üzerine oturan saptırıcıların (şeytanların) belirlenmesi gerçekleştirilmeden, gerçek anlamda tevhit düşüncesine erişmemiz ve özgürleşmemiz asla mümkün değil!
Dinimiz kaynağı Kurandır ve biz Kuran hakkında ne biliyoruz?
Kuran Ne Kitabı?
Kuran elbette Allah’ın yeryüzüne Resul Muhammed vasıtasıyla indirdiği ve tek ve gerçek dinin Allah’ın dini olduğunu açıklayan, insanlara doğru ve yanlış istikameti göstererek seçimini buna göre yapmasını öneren, tevhidin ne olduğunu tartışmaya mahal bırakmaksızın izah eden, hayatın her halini çeşitli metotlarla anlatan, Allah’a şirk koşulmamasını, iyilikleri yaymayı, kötülüklere engel olmayı emreden bir kitap! Bu ilke öte alemden de öte, insanın bu dünya hayatını da cennet yapacak tek ilke!
Şirk koşmayacaksın, hayatını, iyilikleri yayıp kötülüklere engel olmaya vakfedeceksin. Hepsi bu kadar!
Hem bu kadar basit, anlaşılabilir, hem de çok zor!
Kuranı çeşitli şekillerde tanımlayanlar var ama gerçek şu ki Kuran kendini okuyanına zaten tanımlıyor. Zalimleri uyaran, güzel davrananları müjdeleyen (Ahkaf 12), anlaşılıp üzerinde düşünülmesi gereken bir uyarıcı! (Zuhruf 44) Her şeyi ayrıntılı olarak açıklayan ve aynı zamanda inanan halklar için bir yol gösterici ve bir rahmet.(Yusuf 111, Enam 114) Bilimleri Sünettullah üzerine yaratan Allah’ın İNANANLARI Kur’an’a uymayan sözlerin peşinden gitmesinler (Araf 3) diye açıkça uyardığı mucize bir Kitap!
Alemlerin Rabbinden, bir öğüt ve hatırlatma. (Enam 126)
Peki! Kuran bir bilim kitabı mı? Hayır! Bilimleri yaratının Kitabı!
Bu özelliğiyle bilimlerin ötesinde, mucizeleri içinde barındıran tek kitap! Eşi emsali olması söz konusu değil!
Kuran’da öyle ayetler var ki, her kişi ve hatta her bilim yapan anlayamaz. Yüce Allah’ın müteşabih olarak nitelendirdiği O ayetlerin anlamını bir Allah, bir de ilimde derinleşerek Kuran’da Allah’a şahit olanlar biliyor! Dolaysıyla Kuranı anlama çabasında olan bizler, Kuranı anlama çabasını bizden çok ötelere götüren ve bizden karşılık istemeyen ilimde derinleşmişlerin izini sürmek ve ilmimizi artırmak zorundayız
Gerçek şu ki, bu müteşabih ayetlerin bazılarının anlamı da çağlar içinde ayan oluyor. Gaybın ve zamanın tek sahibi olarak Allah bize adeta, bak, o gününüzde indirdim, dün veya bugün tecelli ettirdim, yarın da tecelli ettireceklerim var, Kuranı dikkatle okuyun diyor! İlminizi artırın ve beni tanıyın diyor.
Bu sebeple ilimde derinleşenler Kuran’da Allah’ın açıkladığı ve ip uçlarını verdiği Sünnettulah’ın izinden giderek, daha iyi bilim yaparlar (bilgi üretirler) ve yaşarken Allah’ı tam anlamıyla takdir ve takdis ederler. Yaşarken şahit, vefat ettiklerinde şehit olurlar!
Kuran halkın deyimiyle KIYAMETE dek, Kuran tabiriyle SAAT’e kadar, geçerliliğini yitirmeyecek, çağlar ötesine seslenen ve seslenecek olan TEK İLAHİ KİTAP!
Korkarım ki bu hakikati evlerinin duvarlarında Kuran asılı olanlar değil de Kuranı merak edip kütüphanelerinde bulanlar fark edecek! Bu korkumun Müslüman toplumlar adına bir korku ve ahu vah anlamında olduğunu da söyleyeyim de, sözüm sağa sola çekilmesin!
Nasıl İman Edeceğiz?
İman ettik demekle iman olmuyor ne yazık ki!
Kitab-ı Kerim, inkâr ederken de iman ederken de delillere dayanmayı telkin eder. Sanılanın ve sözde hocaların hurafe anlatımlarının ve propagandalarının aksine Yüce Allah biz kullarından körü körüne bir imanı değil tahkiki imanı istiyor.
Delille iman, yaşarken Allah’a şahit olmak ve kalplerin mutmain olması, öte alemde kurtuluşumuzun anahtarı niteliğinde çok büyük bir olay! Kalbin ve zihnin şüphelerden arınmasını sağlayan yegâne mucizevi ilaç ve nimet!
Elbette aklını kullanan ve öğüt alanlar için!
Bu ne demek?
Herkesin anlayacağı şekilde ifade etmek gerekirse, isminizden emin olduğunuz gibi Allah’ın varlığından ve birliğinden emin olmak, kalbinizin ve nefsinizin mutmain olması, hayatınızı buna göre tanzim etmeye fırsat bulmanız demek. Böyle bir imanın doğal sonucu olarak her türlü şirkten arınarak, yalnız ALLAH’a (Tanrı, Hüda, Gott, God, Gud, Dieu. Dios, Diyos, Bog, Dio, Zoti, Zot, Jumala, Isten, Allahun, Dduw, Katonda, Chineke vb) güvenmek ve yalnıza ona kulluk etmek demek!
Delilsiz İman
Doğrusu bizler birçok tasavvuf kaynaklı zırva hikâyelerle büyüdük. Tasavvuf dediğimiz fikirler, insanlık tarihinde arkasında ciddi bir felsefe barındıran, eklektik, doğrularla yanlışların harmanlandığı son derece karmaşık bir olgudur. Kula kulluğu meşrulaştıran, fıtratı inkâr eden metotlarıyla insanları haktan saptırmada en kullanışlı araçlardan biridir. Kuran’la ilgisi yoktur. Güya nefsi öldürme adına insanların insanlık onurunu çalarak köleleştirirler. İnsanlara Allah’ın dininden başka bir dini önerirler ve bunu sadece ADI İSLAM olan dünyada, İSLAM DİNİ diye pazarlarlar!
Bunlara göre insanın aklını almadan iman mümkün değildir! Tarihte, toplumsal itikadımıza en çok etki eden olması itibariyle Gazali diye bilinen kişi bunun teorisini yazmış ve bu iman şeklini İslam kılığına sokarak önermiştir!
Gazali’ye göre sorgulayan akıl makbul değildir ve sorgulayan teslim olmaz! Dolayısıyla sorgulayanın imanı sahih olmaz! İşte bu tür bir imanı bugün Yusuf KAPLAN gibi sözde din alimi sünniistler savunur ve Gazali’yi putlaştırarak ve söylediklerini sık sık tevil ederek anlata anlata bitiremezler! Onlara göre Gazali Sünni omurgayı kuran adamdır ve dokunulmazdır!
Bu anlayışı telkin eden sayısız sözde kıssa uydurulmuş. Neymiş efendim, falanca alim filanca alim kişiye mektup göndermiş ve Allah’ın varlığına bin delilim var, demiş. Mektubu alan falanca alim (aslında gerçek alim!) çok imanlı olduğundan olsa gerek (!) senin Allah’ın varlığından bin şüphen var demiş!
Bizler böyle hikayelerle uyutulmuş, imanı fantezi derekesine düşüren cevapları gözümüzde ve zihnimizde büyütmüş, sonuçta delilsiz imanın gerekçesi yapmış bir nesiliz. Çocukluğumuzda öğretilen iman buydu ve aldığımız eğitimin gereği gerçek iman böyle olmalıydı! Sorgularsak kafir olurduk, Allah muhafaza!
Dolaysıyla hiçbir delile dayanmadan kültürel saiklerle inandık demeyi iman zannettik. Şüphelenmeyi imansızlığın alameti bildik. Şüphelenmekten, merak etmekten korktuk, korkutulduk. Dahası kuşağımız hayatının acemilik dönemlerinde (ki ben üniversite yıllarında erken uyananlardandım) bu güvenle başkalarını gizli açık, farkında olarak veya olmayarak yargıladı! Haşa ilahlığa soyundu!
Kitaptan uzak din sahiplerinin elan yaptığı gibi yaptı!
Halen bu tavrı benimseyen kendilerini kurtulmuş gören CAHİL ve GAFİL büyük bir çoğunluk var ne yazık ki!
Bu sebeple Nurettin Yıldız gibi Sünniler gençlere “Ateistler sizi düşünmeye sevk eder, siz de ateist olursunuz onlarla tartışmaya girmeyin” diye öğüt verir.
Halbuki Kuran’dan öğrendiğimize göre biz Müslümanlar “Rabbim bilgimi/ilmimi artır” diye dua ederiz. Nasıl artacak? Düşünmeden bilgi/ilim artar mı? Nitekim Kuran’ın %10’nu akletmeye ve düşünmeye vurgu yapan 672 ayet oluşturur!
Ateist bir gün iman edebilir, ancak Kitab’a rağmen ateistle tartışmaktan mağlup çıkacağını düşünen kesin inançlı Nureddin YILDIZ’ın şahsında temayüz eden tip/tür/örnek, nasıl iman edecektir? Zira zaten iman ettiğini düşünmekte, ama sadece “Ateistler sizi düşünmeye sevk eder” sözüyle yüzlerce ayeti, aklı ve düşünceyi inkâr etmekte, ne yazık ki, bunu fark etmemektedirler. Kuran yoluna oturttuğu ve iman esası yaptığı saptırıcıları temizlemeden fark etmeleri de mümkün değildir!
Bir Benzerini Getirin
Yüce Allah’ın Kuran’la ortaya koyduğu mucizelerin, delillerin bir haddi, hududu yok! Yeter ki Kuran’a ilgi duyun ve araştırın. Muhakkak göreceksiniz!
Mushaf tertip edilirken, sureler neden nüzul sırasına göre, Alak, Kalem, Müzemmil, Müddesir, Fatiha, Tebbet, Tekvir şeklinde düzenlenmedi sorusu gençlik dönemlerinde kafamı çok meşgul etmişti! Bu konuda anlatılan rivayetler, rivayetlerin çokluğu ve zaman zaman da çelişkili durumları kafamı karıştırmıştı. Kuran’ın dizilimindeki matematiksel ve bilimsel mucizeleri henüz görmemiştim.
Bugün tam olarak farkına vardık ki, Yüce Allah surelerin dizilimini dahi ilahi mucizelerle donatarak dizayn etmiş! Bizler ve benim gibi düşünenler bugün Mushaf’taki sure sıralamasının Resule Cibril vasıtasıyla bildirildiğini NET OLARAK/DEİLİLLERLE biliyoruz. İlim sahiplerinin araştırmaları ortaya koyuyor. Yüce Allah mucize içine mucize ve daha nice mucizeleri gömerek bilgisayar çağının insanının adeta gözüne sokmuş ve sokuyor!
Elbette gözleri olup görenler, kulakları olup işitenler için!
Yüce Allah’ın tüm müşriklere Kuran’la meydan okuduğunu, bir benzerini getirin, dediğini biliyoruz. Değil mi?
Fatiha Suresi 1. sıraya konmuş! 2. sıradaki Bakara suresi 23. Ayette “” Kulumuza indirdiğimizden kuşku içinde iseniz, buna benzer bir sure getirin. ALLAH’tan başka tüm tanıklarınızı da yardıma çağırın, doğru sözlü iseniz” şeklinde Kuranın benzeri olamayacağına dair mesajını iletmiş!
Yine Allah 11. Sıradaki Hud suresinin 13. Ayetinde “Onu (Kuran’ı) o uydurdu” mu diyorlar? De ki: “Haydi ona benzer, uydurulmuş on sure getirin. ALLAH’tan başka tüm dostlarınızı da çağırın, doğru sözlülerseniz!” şeklinde Kuran’ın taklit edilemezliğini bildirerek tekrar meydan okumuş!
Neden?
Düşünsenize dizilim itibariyle üstte tek sure (Fatiha) varken, 2. surede (Bakara) benzeri bir sure getirsinler diye, Üstte on sure varken, 11. surede (Hud) benzeri on sure getirsinler diye meydan okuyor.
Öyle bir meydan okuyor ki, Allah’tan gayri kime güveniyorsanız hepiniz bir araya gelip yapın bakalım benzerini yapabilecek misiniz, diyor. (Bu konuda geniş bilgi için Bkz. https://kuranmucizeler.com/10-sure-getiremezler-1-sure-getiremezler-sure-kelimesinin-buyuk-mucizesi)
Yine İsra 88’de “De ki: “Eğer ins ve cinn bu Kur’an’ın benzerini getirmek için bir araya gelseler ve birbirlerine yardımcı olsalar, yine de onun benzerini ortaya koyamazlar.” Diyor. Yanlış hatırlamıyorsam Kuran’da toplam beş ayette Yüce Allah Kitap’la meydan okuyor.
Müslüman toplumların tamamı bu mesajları, BU DENLİ MEYDAN OKUMANIN ARDINDAKİ HİKMETİ maalesef anlamadı. Zira fırkalara bölündü dinde Kurandan başka kaynaklar edindi. (Enam 159, Rum32) Zanlarıyla hareket etti. (Yunus 36) Kuran’ı okumadı! Hesap günü resulün şikayetine muhatap oldular/olacaklar! (Furkan 30) Ki bu dahi Kuranla sözde Müslüman toplumların ilişkisini deşifre eden gaybi bir haber olarak büyük bir Kuran mucizesiydi! (Bkz. https://kuranmucizeler.com/ve-dedi-ki-elci-ya-rabbi-suphesiz-benim-kavmim-toplumum-tuttular-bu-kuran-i-terk-edilmis)
Kuran’a, Allah’a ve Resulüne İhanet Edenler
27/06/2022 tarihli bir gazete haberine göre 2022 yılında 8 bin 695 öğrenci hafız olmuş! İşte bununla övünen, bunu bilgi zanneden bir toplum ve kültürüz! Hafızlığa harcanan zamanda (2/2.5.yıl) Arapça dahil bir iki dil kolayca öğrenilebilirlerdi. Kuranı kendi dilinden anlama imtiyazına kavuşabilirlerdi! Bu vasıflarıyla ekmeklerini dinden kazanmaya mahkûm olmaktan kurtulur, helal yoldan rızıklarını sağlama imkanına kavuşurlardı.
Kuranı ezbere bilen bu hafızlar yüzyıllardır anlamına vakıf olamadılar. Çünkü;
Bu insanları tarih boyunca tefsirsiz meâl okumak haramdır, çok büyük tehlikedir, görüşünü beyan eden, Mahmutlar, Cüppeli cinsinden Ahmetler, sarıklı cinsinden Hüseyinler ve benzerlerinin mensup olduğu kurumlaşmış yapılar yetiştirdi.
Hadi bunları bir derece anladık da Diyanet İşleri Teşkilatı’nın ilim ve medeniyet yarışında bu derekelere düşmesine ne demeli?
Din İşleri Yüksek Kurulu soranlara fetva veriyor, “Kur’ân-ı Kerîm’in meal ve tefsirlerinin okunması suretiyle hatim yapılmış olmaz”
İyi mi? Arapçadan anlamadan okuyacaksın, yoksa Allah sevap yazmaz!
İşte böyle!
Kuranı oku ama anlama! Ben sana anlatırım!
Böylece Kuranı sözde en çok okuyan, hiç ama hiç anlamayan şeytani bir düzeni kurup yüzyıllarca işlettiler. Kuranın hanendelerini yetiştiren ama alimlerini yetiştiremeyen, hiçbir işe yaramayan, hiçbir şey üretemeyen toplumlar haline getirildik!
Allah’a Meydan Okuyanlar Neye İman Ediyor?
Yüce Allah Zuhruf 44’te “Kuşkusuz o sana ve halkına bir mesajdır öğüttür. Ondan sorulacaksınız,” diye buyurarak dinde sorumlu olduğumuz alanı KİTAP’la sınırlayarak net bir şekilde bize iletti. Dünyada insanları hiç yalnız bırakmadı Resullerle uyardı. Kitabı Mübin’de işaret fişeği gibi kafamıza dan dan vuran ayetleri yerleştirdi. Nisa 82’de “Kur’an’ı inceleyip düşünmüyorlar mı? Eğer Allah’tan başka birinden gelmiş olsaydı onda birçok tutarsızlık ve çelişki bulurlardı!” Dedi.
Rabbin bu meydan okuyuşuna karşı Kuran’la irtibatını kesmiş, şirke düşen, şirke bulaşmadan iman edemeyen, sultan sofralarında ağırlanan alimlerin(!) etkisindeki sözde Müslüman özde müşrik toplumlar da, Allah’a meydan okudular! Kuran’da, çarpık zihinlerinden doğan çelişkiler bulmakla kalmayıp (!) çelişkileri bizzat kendileri Kuran’a yaptıkları operasyonlarla yarattılar! Dini, bir çelişkiler yumağı haline getirip, sonra da aman ha ateistlerle sakın tartışmayın imanınızı kaybeder ateist olursunuz diye uyarma zavallılığına düçar oldular!
Çevirilerle, Rivayetlerle, Yorumlarla Bozdular
Örneğin, Allah Resulünün dilinden “Allah’ı bırakıp da sana fayda da zarar da veremeyecek olanlara YÖNELME/ÇAĞIRMA” dediği halde, Kuranın üstüne oturan şeytanlar bunu TAPMA diye çevirdiler. (Örneğin. Yunus 18-106)
Allahtan başka veliler, yani veli/ evliya- (velinin çoğulu) edinmeyin emrini de bu sözde iman edenlerin çoğu çarpıttı. Bir kısmı bunu PUT, MABUT diye çevirirken bir kısmı da mevcut iman esasları zarar görmesin diye VELİ/ EVLİYA kelimesini DOST/DOSTLAR kelimesine çevirdi, ayetin bağlamında aslolan KORUYUCU KOLLAYICI GÖZETİCİ anlamlarını yok saydı.
Halbuki, Kuran’da dost anlamında “Halil” kavramını kullanan Allah’ın burada EVLİYAYI, VELİYİ, sadece dost-dostlar anlamında kullanmadığı bağlamları itibariyle de açıkça görülüyor. Veli kelimesinin ; KORUYAN KOLLAYAN GÖZETEN DESTEKLEYEN YARDIM EDEN SIĞINILAN VEKALET VERİLEN anlamları, PUT, MABUT DOST gibi kelimelerle örtüldü ve adeta imha edildi.
Helvadan put yapan ve bunu sonra da yiyen müşrik profilini işlediler. Put kavramanın tecessüm etmiş eşyalardan müteşekkil olduğu anlayışını bilinçaltlarına yerleştirdiler. İnkarcıların velileri olan TAĞUT kavramının anlamını dahi sözde çevirilere ve tefsirlerle, gözden kaçırdılar! (Bakara 257)Kuran’ın üzerine şeytanı böyle oturttular. (Bkz. Zümer 3, Ankebut 41,) Bunun başka birçok kanıtları da Kuran da mevcuttur. Kuranı okuyanlar bilir!
Kuran çevirilerinde en geniş maddi imkanlara sahip Diyanet Kurumunun ne kadar geriden geldiğini görmek son derece üzücüdür. Bir o kadar da şaşırtıcıdır!
Örneğin Süleyman Tevfik’in 1927 tarihli mealinde Ankebut 41. Ayetin “Allâh’dan başka dost ve hâmi ittihâz idenlerin misli ağını kuran örümcek gibidir. Hânelerin en çürüğü örümcek evidir. Bu hakîkati bilselerdi” şeklindedir. Diyanetin bugünkü çevrilerinde HÂMİ kavramı tamamen yok edilmiş sadece DOST şeklinde çevrilmiştir.
Bu çevirilerin maksatlı olmadığını söylemek mümkün değildir. Mevcut dinlerine en az zarar verecek kavram olarak “dost”u seçmiş olsalar da gerçek öyle değil ki! Dinde Allah’tan başka koruyucun olmadığı gibi dostun da olmayacak!
İnsan inanmakta güçlük çekiyor ama bu ayetin Elmalılı mealinin sadeleştirilmiş metnini bile tahrif etmişler! “Allah’dan başka veliylere tutunanların” şeklindeki çevirisini sadeleştirme adı altında “Allah’tan başka dost edinenlerin” şekline getirilmesi çok ilgi çekicidir! Aslında cümlede sadeleştirilecek hiçbir kelime yoktur ama, illa sadeleştireceksek, “Allah’tan başkasına tutunup dayananların” veya “Allah’tan başka velillerden medet umanların şeklinde çevrilmesi gerekmez miydi?
TDK sözlüğünde velinin ilk anlamı “ Bir çocuğu koruyan, işlerine bakan ve her türlü davranışından sorumlu kimse; ege, iye” şeklinde verilmektedir. Kuran mucizesini gösteriyor ve VELİ ve EVLİYA kelimelerini aynıyla kullanıyor! Veli diye, evliya diye peşinden gittikleriniz sizi saptırır cehenneme götürür diye uyarıyor! Başta diyanet, bir çok kesim ve kuruluş meal yazarken tefsir ederken ne hikmetse yaşayan dilimizde halen Kurandaki anlamıyla da kullanılan veli ve evliya kelimelerini kullanmaksızın başka başka kavramlar uydurarak Allah’ın dinini ve mesajını tahrife yelteniyorlar.
Bir örnek daha verelim ve bu konuyu bağlayalım. Bakın Allah ne diyor, Diyanet ne diyor?
Araf 3’te Allah Resulünün dilinden bize “Rabb’inizden size indirilene uyun. O’nun yanı sıra başka VELİLERE uymayın. Ne kadar az öğüt tutuyorsunuz! diyor.
Diyanet ise şöyle çeviriyor: Rabbinizden size indirilene uyun; O’nu bırakıp da başka ÖNDERLERİN ardından gitmeyin. Ne kadar da az öğüt alıyorsunuz!
Diyanet burada; “O’nun yanı sıra başka velilere uymayın” tam çevirisiyle “tâbi olmayın O’nun astından EVLİYA YA,” cümlesindeki EVLİYA kelimesini neden ÖNDERLERE diye çeviriyor?
Düşünün!
Elbette ne yaparlarsa yapsınlar başaramayacaklar. Zira Allah “Rabb’inin kelimesi doğruluk ve adaletçe tamdır. O’nun kelimelerini değiştirebilecek yoktur. O, Her Şeyi Duyan’dır, Her Şeyi Bilen’dir.” (Enam 115) ayetiyle son noktayı koymuştur.
Ayetleri Tevil Ederek ve Hadis uydurarak Çelişki Buluyorlar
İşte yüzyıllardır Kuran’ın tam ortasına tutunan şeytani zihniyet tarih boyunca olduğu gibi bugün de Allah’a rağmen Kuran’da çelişki var diyor! Sonra da çelişik anlayışları inançlarının mezheplerinin amir hükmü yapıyorlar. Hem de bunu Allah’ın ayetlerini açıkça tevil ederek ve rivayetlere dayanarak, yapıyorlar. Birçok ayeti yukarıda bir örneğini verdiğimiz gibi, yanlış çevirilerle ve anlayışlarla tahrif ederek tevhit anlayışını imha ediyorlar. Kuran dışı kitapları ve zanni tarihi materyali Kuran’a eş koşarak Allah indinde affedilmeyen günahı işliyorlar!
Hiç korkmadan Kuran’da “nasih -mensuh” olduğunu ileri sürerek ayetlerin hükmünü başka, ayetlerle kaldırdılar. O kadar ileri gittiler ki, ayetlerin hükmünü de hadislerle iptal etme cüretini de göstererek Allah ve Resulüne iftira attılar! Allah’ın yerine birçok hüküm uydurup Kitap hükmünce kafir durumuna düştüklerinden gafil oldular! Hükmün yalnızca Allah’a ait olduğunu bildiren nice ayeti yok saydılar. Bunun doğru olduğunu ispatlamak için önce Resulü, sonra da alimleri Allah’ın hükmüne ortak ettiler! Kendileri de alim vasfını taşıdığı için (!) şirket dininin yaşayan yetkili mümessilleri numarasıyla halkın varlıklarını hak etmeden yediler.(Tevbe 34) Ve Kitap’ta “Uydurduğu yalanları Allah’a yakıştırandan veya O’nun ayetlerini yalanlayanlardan daha zalim kim olabilir? Zalimler kurtuluş yüzü görmez” sorusunun ve sonucunun muhatabı oldular! (Hud 18)
Ayrıca Allah “Kendilerine Tevrat verilip de onun gereğini yerine getirmeyenlerin örneği, kitaplar taşıyan eşeğin durumuna benzer. ALLAH’ın ayetlerini yalanlayan topluluğun durumu ne kötüdür. ALLAH zalim toplumu doğruya ulaştırmaz” (Cuma 7) diyerek uyarmıştı bizleri! Değil mi?
Tevrat’a uymayan Yahudiler gibi kitap yüklü eşekler olduğunu fark etmeyen bir toplum olduk. Kimi Hadislere, kimi Risalelere, kimi Mektubatlara, kimi Mesneviye, kimi birkaçına birden âşık oldu, tutuldu, büyülendi!
Kuran dışında hangi kitaplar varsa onları yüklendiler ve kitap yüklü eşek benzetmesinin muhatabı oldular! Furkan 30’da bildirilen, hesap günü Resulün “Rabbim, halkım bu Kuran’ı mehcur tuttu, terketti,” şikayetinin doğrudan muhatapları olduğunu bile akledemeyecek derece aptallaştılar, aptallaştırıldılar. Bu sebeple bize Kuran yetmez dediler. Uydurdukları dinin sorularına cevap vermediğini iddia ederek KURAN YETMEZ DİNİNİN gerekçesi olduğunu iddia ettikleri teorilerini Kitap dışına çıkarak yazdılar. İlk düğmeyi yanlış ilikleyince arkası geldi!
Sonuç olarak Kuran’dan uzak düştük ve o gün bugündür Allah’ın değişmez kuralları, yani Sünnetullahı gereği kendini Müslüman zanneden bu toplumların başına pislik yağdırıyor.( Yunus 100)