28 Şubat sürecinde üniversitelerde müslüman avı başladığında Konya’da asistanlıktan tanıdığım ilahiyatçı bir arkadaşımla aynı odayı paylaşan yakın arkadaşlarından biri, bana ilahiyatçı arkadaşımın ihbarcılık yaptığını, Batı Çalışma Grubuna arkadaşlarını irticacı diye gammazladığını söylemişti. Delil sorduğumda “öyle diyorlar” demişti. İnsan denen varlığı tanıdığını düşünen, insanın dedikoduya ve gıybete yatkınlığını bilen bir tecrübenin sahibi olarak inanmadım. Zira Allah (cc) Kitabı Kerimde kullarına delilsiz hiçbir şeye inanmayın ve delilsiz konuşmayın diyordu. Bu nedenle delilsiz konuşulan hiçbir şeye inanmamak gibi bir prensiple yaşadım ve yaşıyorum.
28 Şubat ihbarcısı arkadaşım şimdilerde ilahiyat kökenli bir
felsefe profesörü. Mahalle değiştirdi. Halk Tv’ de ramazan programları yaptığına şahit oldum. Bir kez de KRT’de gördüm. İslamcı camiaya tepkisinde haklı olduğunu düşündüğüm birçok hususu bu programlarında dile getirmişti. Genelde haklı eleştirilerdi. İnsaf ölçülerini zorladığı konular da yok değildi. Haklı olduğu konular çoğunlukla, muhafazakâr görünümlü Müslümanların üzerinde düşünmekten kaçındığı konulardı. Mahallesinin tipik bir hainiydi! Ülkemizde her siyasal ve ideolojik hareket kendi defolarını konuşmaktan ve tartışmaktan ısrarla kaçar.17 yıldır iktidar olan muhafazakar kesimler, aşikar olduğu halde defolarını konuşmak, tartışmak hatta duymak dahi istemiyor. Dolayısıyla bol miktarda hain üretiyor.
Din eksenli siyaset yapanların, gören gözler için uzun süredir dışa vuran sıkıntıları vardı. Bu sıkıntıları görüp eleştiren ve bu yapının içinden çıkmış ilahiyatçı arkadaşımın delilsiz söylemlerle dışlanmasını hem de içinden çıktığı yapıya ihanet ettiği söylenerek ötekileştirilmesini kendi adıma kabullenemezdim. Hele akademisyen kimliğimle asla kabul edebileceğim bir şey değildi. Dahası mahallesine şu veya bu sebeple karşı çıkma, eleştirme cesareti gösterebilen arkadaşları hep değerli bulmuşumdur.
Bu arkadaşımı uzun yıllardır görmemiştim. Onun yaşadığı şehre taşınmış ama işlerimin yoğunluğundan bir türlü kendisini arayamamıştım. Henüz bir iki yıldır yaşadığım şehirdeki bu arkadaşımı ziyaret etmek istedim. Yaklaşık 25 yıl sonra yapılan bu ziyaretin hoş olacağını düşündüm. Yolumu çalıştığı fakülteye yönlendirdim.
Hocaların çalışma ofisleri önünde ismini ararken Uşak’tan tanıdığım, çok hoş anılarla ayrılmadığımız -hatta dargın veya kırgın ayrıldığımız da söylenebilir-bir başka akademisyenle odası önünde karşılaştım. Gayri ihtiyari merhabalaştık. “Hocam, burada ne arıyorsun?” diye sordu. Bana göre genç bir arkadaştı. Biraz şişmanlamış ve oldukça değişmiş görünce öncelikle sağlık durumunu sordum. Boynunda ciddi bir dikiş izi vardı. Gırtlak kanseri olduğunu ve ameliyat geçirdiğini söyledi. Üzüldüm, geçmiş olsun dileklerimi sundum. Sonra bir arkadaşımı görmeye geldiğimi ve görmeye geldiğim kişinin adını söyleyince, “hocam ben Fetöcü müyüm?” diye sordu. Şaşırdım, konuyla ne ilgisi vardı? Gülerek neden sordun, dedim. Soruyu tekrar etti. Elbette hayır cevabını verince “o şerefsiz beni fetöcü diye ihbar etti.” dedi. Şok oldum,aynı anda 28 Şubat sürecinde onun hakkında Konya’da işittiğim iddialar geldi aklıma.
Gerçekten mi? Delil var mı diye sordum. Odasına davet etti. Oturduk ve dosyaların arasından çıkartıp bir evrak verdi. Kahrolarak, üzülerek okudum. Adice kaleme alınmış bir akademisyene asla yakışmayan iftira nitelikli bir gammazcılık belgesiydi. Devletin resmi evrakında dedikodu yapıyor, iftira ediyordu.
Doğrusu FETÖ’nün milli bir mesele olduğunu, 50 yıldır devlete sızmış bu yapının temizlenmesi gerektiğini düşünenlerdenim. Konuyu beka meselesi olarak görürüm. Bu nedenle arkası dolu olmak şartıyla yapılan ihbarları normal karşılarım. Bir şartla ki; ihbarcı kıvırmayacak. Kesin bilgisini veya kesin bilgiye götürebilecek ciddi şüpheleri destekleyen olay ve olguları açıkça yazacak söyleyecek. Gizli tanıklık gibi sıkıntılı yollara da başvurmayacak. Hiçbir şeyin gizlisinden hazzetmem. Şahsen bu konuda yazdığım her şeyi açıktan yazdım ve tabiri caizse açık istihbarat kaynağı oldum. Devlet ister bizim ister iftiracıların bilgisine itibar eder! Bu da devletin bileceği bir iş ve sorumluktur.
Sonuç olarak ben arkadan ve kapalı kapılar ardında, makamlar ardına gizlenerek yazılan bu tür yazıları anlamam! Bir felsefe profesörü bir başka akademisyene fetöcü diye iftira ediyorsa bu affedilir bir eylem değildir. Arkadaşa, sence sana bunu neden yaptı, diye sordum. “İyi Partiye geçtim, Meral AKŞENER’e danışmanlık yaptım diye beni fetöye isnat etti”dedi. Durumu hemen kavradım.
Şimdi gelelim insaf çizgisine. Şahsen ben FETÖ’cülerin son genel seçimde mahalli olarak İyi Partiyi, Cumhurbaşkanlığında ise Muharrem İNCE’yi desteklediğini biliyordum. Cezaevi tecrübesinden de bu bilgimi teyit ettim.
Şahsen son Başkanlık/Cumhurbaşkanlığı ve genel seçimde Meral AKŞENER’in aldığı, %7.29 oy ile İyi Parti’nin aldığı %9.96 arasındaki, % 2.67 oyun en az %.1’inin FETÖ’cü oyu olduğunu sanıyorum. Yanlış politikalar, yargıdaki fahiş hatalar bu oyu %2.5 hattına çıkarmıştır. Yani bu ülkede % 2-2.5 arasında FETÖ’cü oyu var kabulü doğruya daha yakın olabilir. Fetöcüler genel seçimlerde İP’ye başkanlık seçimlerinde CHP’ye yönlendirildiler. FETÖ kurmaylarının AKŞENER’e verdikleri desteğin gizli bir pazarlığın neticesi olup olmadığı şüphesini hep taşıyacağım! Ancak şüphe duymak başka, şüphe duygusunu doğrudan muhatabına isnat etmek başka şeydir. Cümlenin ilk kısmı meşru ve insani bir hak, ikinci kısmı zanna dayanan bir iftira olabilir.
Peki İyi Partililer FETÖ’cü müdür? Bu soruya evet denilebilir mi? FETÖ’cüler her partiye sızdıkları gibi elbette İyi Partiye ’de sızmışlardır. Az veya çok! Ama İyi Partililer Fetöcü demek çok yanlış. FETÖ’cüler, o seçimde stratejileri veya menfaatleri gereği İyi Parti’yi desteklemişlerdir. O kadar! Her partide olduğu gibi İyi Parti’de de FETÖ ile iltisaklı görünen kişiler olabilir.
Bu konuda 15 Temmuz öncesinde ve hemen sonrasında daha keskin ve farklı düşünüyordum. Ancak 15 Temmuzdan sonra yaşanan olaylar ve olgular fikrimi büyük oranda değiştirdi. Doğrusu FETÖ ile iltisaklı çok daha fazla kişinin Ak Parti’de olduğu çok açık bir vakıadır. İktidar içinde FETÖ ile iltisaklı olduğunu düşündüğüm adamların muhaliflerini FETÖ diyerek ve yargıyı kullanarak tasfiye ettiklerini tespit etmek çok zor değildir. İşte bu gerçek FETÖ mücadelesini maalesef sulandırdı.
Fetöcülerin yarın bir başka seçimde kimi destekleyeceklerini o günkü şartlar belirler. FETÖ’cüler Cumhurbaşkanlığı seçiminde Muharrem İNCE’yi desteklediler diye CHP’lilere FETÖ’cü denilemeyeceği gibi, üniversitede Prof. titrine sahip bir akademisyen, İyi Parti genel başkanına danışmanlık yapıyor veya bu parti lehinde çalışıyor diye hakkında FETÖ’cüdür, diye mesnetsiz rapor yazılamaz! Çok ayıp ve utanç verici bir durumdur. Bu şahit olduğum rapor bana, 1997 yılında o günün bölüm başkanı sonradan Uşak Ünivesritesi rektörü olmuş Adnan ŞİŞMAN adlı bir profesörün, o günlerde muteber olan, yine o günkü adıyla cemaatçilerin gizli açık gazıyla hakkımda “İslam tarihi dersinde aykırı fikirleriyle öğrenciyi bölüyor” şeklinde gizli rapor yazmasına benziyor. Bu olayı tesadüfi olarak öğrenmiş ve üzerine gitmiştim. Ben aslında öyle demek istemedim diyerek kıvırmış, dedikoducu kadınlar misali gak guk etmişti!
Bu tür raporlar üniversitede gizli yazılıyorsa, o üniversitelerde güneş doğmamak üzere batmış demektir. Zira ben, hakkında hem de felsefeci bir profesör tarafından FETÖ’cü ihbarı yapılan o akademisyen arkadaşı ideolojik kimliği itibariyle tanıdığımı zannediyorum. O’nun hakkında birçok şey söyleyebilirsiniz. Ama asla FETÖ’cülük isnat edemezsiniz. Ediliyor ve itibar görüyorsa yazık olmuştur ülkeye. Sonuç, 1997 den 2019 tarihine az gittik uz gittik, dere tepe düz gittik, bir de baktık ki, bir arpa boyu bile yol gitmemişiz durumudur.
Evet bu ihbarcı arkadaşın 28 şubat sürecinde üniversitede birçok kişiyi irticacı diye ihbar ettiği söylenmişti. Belgesini görmediğim, söyleyenler belge ortaya koyamadığı için inanmadım. Ama belgesini Antalya’da gördüğüm kadarıyla, Konya’daki bu iddianın yabana atılır bir iddia olmadığını artık kestirebiliyorum. Tek farkla ki, o günlerde ihbarlar Batı Çalışma Grubuna yapılıyordu. Bugün ise iktidar kisvesi içinde FETÖ avcısı görünen, bir kısmı geçmişte FETÖ’ye methiye düzmüş, neydüğü belirsiz güçlere yapılıyor. Bu işlerin Eskişehir Osmangazi üniversitesindeki dramatik sonucunu da hatırlatayım bu arada!
Herkes şunu kafasına iyice sokmalı ve insaf çizgisini kaybetmemelidir. 2013 yılı sonuna kadar bu ülkede devlet FETÖ idi. Bilerek veya bilmeyerek bu harekete hizmet etmemiş etkili ve yetkili bir kişi bile yoktu. O tarihlerde FETÖ’yü övmeyen neredeyse dayak yiyordu. Ben ve benim gibi çok az sayıda insan bu harekete kanmamış ve hizmet etmemişti. Zaten o günlerde onlara hizmet etmemek için dünyevi nimetlere ve makamlara meyletmemek gerekirdi. Bu insanoğlu için çok zordu ve meyledenler çoktu! Buna tenezzül etmeyenlerin ise devlet içinde ne etkisi, ne de yetkisi vardı. FETÖ’nün onayını alamayanların etkili ve yetkili yerlere gelmesi de mümkün değildi.
Dolaysıyla bugün, geçmiş referans gösterilerek FETÖ’cü avına çıkmak kadar yanlış bir şey yoktur. Bunu yapanlar sadece FETÖ’ye hizmet eder ve FETÖ’ye güç verir. İlgisiz insanları FETÖ’nün yanına iter. FETÖ’nün ihanet süreci ortaya çıktıktan sonraki dönemde kişilerin aldığı konum önemlidir. Bunu da herkes için bilmek o kadar kolay değildir. Zira FETÖ makamları terk ederken, devlet kendilerine teslim edildiği için devletin hafızasını da yanında götürdü. FETÖ’nün siyasi ayağına dokunulmadığı veya dokunulamadığı için iktidar medyası bu konuları maalesef karartıyor. En basitinden Kadir TOPPAŞ’ın neden görevden alındığı bilindiği halde Bülent ARINÇ’a niçin dokunulamadığını, bir takım FETÖ’cü para babalarının arkada bıraktığı derin izlere rağmen dava açılamadığını ve soruşturulamadığını sorgulayamıyor. Salt bu durum bile FETÖ’ye yaramaktadır. Kamu vicdanı tatmin olmadığı için FETÖ mücadelesine inanç kalmamıştır. Öte yandan Oda TV gibi bazı muhalif yayın organları da farkında olmadan at izinin it izine karışmasına yardımcı olmaktadır. Her Türkçe olimpiyatına gideni FETÖ’cü ilan edebilmektedir. FETÖ ile ilişkili olmayan birçok arkadaşım bu tür törenlere gitmiş ve burada gözlemlediklerini bana anlatmışlardır. Bu durumda herkesi FETÖ’cü ilan etmek nasıl mümkün olabilir. Bugün yaşanan kaosun bir sebebi de işte budur.
Türkçe Olimpiyatlarına gitmemiş Ak Partili siyasetçi var mıdır bilmiyorum. Ama özellikle sağ siyasal partilerden de bir çok kişi gitmiştir. Oraya gidersiniz milli ve dini duygularınız coşturulur. Kendinizi dünyayı fethediyor rüyasına kaptırırsınız. Maddi gücünüz varsa elinizi cebinize atarsınız. Yazarsanız, kaleminize davranırsınız. Falan filan..
Beni tanıyanlar siyasi ve ahlaki duruşunu tasvip ettiğim siyasetçinin rahmetli Muhsin YAZICIOĞLU olduğunu bilirler. O günlerde bu yoğun duygusal etkilerle YAZICIOĞLU bile Fethullah GÜLEN’i övücü ifadeler kullanmıştır. Aynı Muhsin YAZICIOĞLU o günün başbakanı Tayyip ERDOĞAN’ı eleştirirken, “Devlet içine çete girdiyse anasını, okurum.” diyerek devlet kurumlarının içine sızmış bu FETÖ çetesine en büyük tepkiyi göstermiş, yine bu çete tarafından şehit edilmiştir!
Geçmiş dönemde milli ve dini duyguların yoğunluğunun, ülkede herkesin gözlerinin kararttığını, sahih ve sağlıklı düşünce iklimini yok ettiğini, yoğun bir PİAR’la hainlerin, vatansever olarak sunulduğunu unutmayalım.
Halbuki Fethullah GÜLEN 12 Eylül 1980 ABD güdümlü darbenin dokunmadığı veya dokunamadığı adamdır. 28 Şubat döneminin teşvikçisi ve tahrikçisidir. Ama bu kaypaklığını ve duruş bozukluğunu bile kaybedeceği çok şey olduğu propagandasıyla mahallesine kabul ettirmiştir. Mahalle halkı onun bütün ihanetlerini ince siyaset diye yutmuştur!
Fethullah GÜLEN hayatı boyunca Türkiye düşmanlarıyla işbirliği içinde devletin kılcal damarlarına sızan adamdır. Fethullah GÜLEN Adalet Bakanlığını Ecevit Döneminde ele geçiren adamdır. Mesut YILMAZ’a giden ve emniyette bu kadroyu tasfiye etmek için 1999 yılında izin isteyen Ankara Emniyet Müdürü Cevdet SARAL’a YILMAZ’ın verdiği cevabı unutmayın. YILMAZ’a “sakın ha, sayın Ecevit bu guruba meftundur, koalisyonu bozar” dedirten adamın adı Fethullah GÜLEN’dir. Devletin en üst perdeden ne istediler de vermedik itirafına ve iltifatına mazhar olan adamdır
GÜLEN, en sonunda dış güçler adına, milletinin tepesine binen, meclisini bombalayan bir manyak ve hain olarak perdeyi kapatmıştır. 15 Temmuz darbe girişimini; gücünün zirvesinde olduğu, bundan böyle geriye gideceği ve bu fırsatı bir daha bulamayacağı, kadrolarını kaybedeceği endişesiyle NATO dolmuşu ve desteğiyle gerçekleştirdi. Başarsaydı Humeyni gibi inecekti ülkeye! Fethullah idaresindeki Türkiye’de ABD menşeli finansla ekonomik refah biraz artırılacak bu yönetim yoluyla bölgede yeni bir Suudi Arabistan modeli bir devlet düzeni oluşturulacaktı. Ülke yemlenerek tam olarak teslim alınacaktı.
Fethullah GÜLEN ve NATO Türk Milletini küçümsedi. Yanıldı. Bölgesel dinamikleri okuyamadı. Asya kıtasını hesap etmedi. Rusya Çin ve İran dengesini gözetemedi. Asya’nın gücünü hesap edemedi. En önemlisi tuzakları bozan gücü, güçlülerin güçlüsü, Allah’ı hesap etmedi ve hüsrana uğradı.
Bu saatten sonra Türk Milletinin yanılmaması gerekiyor. Zira 50 yıl boyunca milletin içine sızdırılmış bu mankurtları 3-5 yılda temizlemek mümkün değildir. Bunu bilecek yanlış yapmayacağız. Ancak nedense yapılan yanlışlardan ve FETÖ ile mücadelede akıl ve izan dışı yöntemlerden ısrarla vazgeçilmiyor. Abartmadan söylüyorum cinnet hali tezahürleri uygulamalar ülkeyi her geçen gün zora sokuyor. Enerji kavgasına tutuşan emperyalistler coğrafyamızı kana bulamak üzereler. Biz, hiç yoktan icat ettiğimiz İstanbul yerel seçimleri bunalımını yeni bir seçimle çözeceğimizi düşünüyoruz. Yanılıyoruz, hep birlikte göreceğiz. Seçimde bir şaibenin olduğuna millet inanmadı ve bu seçimden ötürü ülke güç, enerji ve para kaybetti ve kaybedecek. Sonuç olarak FETÖ meselesi ehliyetsiz kadroların, kripto fetöcülerin ve siyasetin aracı sosyal medya trolcülerinin elinde mundar oldu gitti,!
Kalpleri bilen Allah’tır. Bırakalım FETÖ’cüleri bilimsel kriterleri işleterek devletin güvenlik güçleri ve yargısı bulsun. 2014 yılında başlayan süreçte konumlarını bilmediğimiz insanları FETÖ’cü diye itham edip, FETÖ’ye mahkum etmeyelim ve FETÖ’ye hizmet sonucu doğuracak eylemlerden kaçınalım.
Bizim felsefeci eski arkadaş, 28 Şubat sürecindeki Müslüman gammazcılığının da, bugünkü FETÖ gammazcılığının da FETÖ’ye, dolaysıyla ABD ve İsrail’e hizmet olduğunun farkında mı acaba?
İnsanlar bu durumu kendilerine nasıl yakıştırıyorlar? Anlamak çok güç! Hele öğretim üyesi payesi taşıyan üniversite mensupları için tahayyülü bile yüz kızartıcıdır. Dünyevi nimet ve makam peşinde kafayı yemiş görünüyorlar. Zillet bu olsa gerek! Allah şifa versin ve ıslah etsin bunları.