BİZ BUYUZ!


Padişah hizmetinde olalım diye çok kişiler kadıya rüşvetler verip yalvardılar, beni yaz dediler.

Bu söz Orhan Bey (1326 – 1359) dönemi için söylenmişti.

Fuzuli, Kanuni döneminde devlet hizmetine girer. Emekli olur, maaşını almak için ilgili memurlara işi düşer. İşini görmesi gereken devlet dairesine gider. Günün bakanı olan vezir de oradadır. Vezir ve memurlar bulundukları makamda nargile içmektedirler. İşini görmek için Fuzuli’den rüşvet isterler. Fuzuli “arkadaşlar bu nasıl tavırdır, bu ne yüz asıklığıdır” diye sorar.

Adetimiz böyledir” derler.

“Bakın efendiler benim hakkım olan işi yapmasanız sorumlu olursunuz” der.

Senin söylediğin hesap kıyamette sorulur” derler.

Fuzuli “dünyada dahi hesap sorulur, haberin işitmişiz” der.

Memurlar dalga geçmeyi sürdürür, “biz de böyle bir şey duyduk ama aslı astarı yoktur, biz amirlerimizle anlaşmışız, bize bir şey olmaz,” derler.

Neticede Fuzuli teslim olur, mücadeleden vazgeçer.

Ancak şikayetnamesinde bu hikâyeyi anlatarak “Selam verdim rüşvet değildir deyu almadılar. Hüküm (belge) gösterdim faydasızdır diye iltifat etmediler” diyerek tarihe not düşer. Halife-i rû-yi zemin, yeryüzünün halifesinin, rû-yi zemîn zıllullâhi fî’l-arzîn, yani Allah’ın yeryüzündeki gölgesinin devirleridir. Devir, Muhteşem Süleyman devridir! Demem o ki tarih dizilerden de öğrenilmiyor.

  1. Yüzyılda yazılmış nasihatnamelerde devlet düzenini tehdit eden konular arasında rüşvet ilk sırada sayılmaktadır. 1716’da III. Ahmet Devrinde vefat etmiş Osmanlı Tarihçisi olan Mustafa Naîmâ, devlet görevlerine atanmada akçe (rüşvet) almanın alışılmış bir durum olduğunu ve bu durumu önlemenin mümkün olmadığını söyler.

Pişkeş/rüşvet kavramlarının iç içe girdiği bir dönemdir ki; Pişkeş, Farsça hediye anlamına gelen bu kelime terim olarak başta padişah olmak üzere (şehzade, sadrazam rical) üst düzey devlet adamlarına alt makamlardan takdim edilen hediyeleri ifade etmektedir. Fâtih’in Kanunnâmesi’nde “Ve onlara âyide benim rikâb-ı hümâyunuma her nereden haraç ve âdet-i ağnâmdan ve pîşkeş gelirse vüzerâma ve defterdarlarıma dahi hisseleri gelsin” ifadesinden pîşkeşin meşru bir gelir telakki edildiği ve üst düzey devlet görevlilerinin bundan hisseleri olduğu anlaşılmaktadır.

Elbette bu uygulamadan pişkeşi yeterli görülenlerin devlet nezdinde kazandığı, az olanların kaybettiği anlaşılabilir! Halka yapılan haksızlıkları gidermek için gönderilen devlet görevlilerinin dahi halktan pişkeş kabul ettiği ve pişkeşi tatminkâr olanın haklı çıktığını bilmek için kâhin olmak gerekmiyor.

İsterseniz pişkeş kelimesi yerine rüşvet kelimesini kullanabilir ve devlet geleneğimizde ne kadar etkili bir yol olduğunu, bu geleneğin ne kadar derin köklere uzandığını anlayabilirsiniz.  Zira rüşvet olgusunun hediye geleneğinden neşet ettiği çok açıktır.

Osmanlı devletinde eşkıyalık yapanların soydukları malların ve paraların bir bölümünü buna göz yummaları mukabilinde yöneticilerle paylaştıkları bilinen bir husustur. Atatürk Döneminde Doğu bölgelerimizde görev yapan bazı valiler hakkında benzer şikayetler soruşturma dosyalarına girmiştir. İddia odur ki bazı yol kesip soygunculuk yapan eşkıyalar soygun hasılatını vali ile paylaşmaktadırlar! Anlayacağınız Osmanlı Devleti dönemindeki alışkanlıklar devam etmektedir!

Falih Rıfkı ATAY Çankaya’sında Ankara’da dönen akçeli işleri, nüfuz ticareti yaparak zengin olan siyasileri ve siyasi nüfuz simsarlığıyla zengin olanları anlatır. Akçeli işlerde titiz görünen Başbakan İnönü’nün yakın çevresinin, İnönü’nün nüfuzunu ticaretlerinde ve kamudan zenginleşme faaliyetlerinde nasıl kullandıklarını anlatır.

ATAY bu sorunları ifade ederken, kendi bakış açısından doğru gördüğü şu tespiti yapar.

Ne eski rejimde ne de bugün gizli nüfuz ticaretlerinin ve şahsi yolsuzlukların tamamıyla önlenebileceği gibi bir hayale kapılmıyorum. Hiçbir demokrasi bunda muvaffak olmamıştır. Asıl mesele nüfuz ticaretinin bir sistem haline gelmesinde, adeta imtiyazlı politikacıların meşru bir hakkı gibi tanınmasındadır”.

ATAY, önce yolsuzlukların ortadan kalkmasının bir hayal olduğunu söylüyor, ardından “hiçbir demokrasi bunda muvaffak olmamıştır” diyor ki, örtük demokrasi karşıtlığı da içeren bu yargının   doğru olduğunu düşünmüyorum.  Tam tersine hiçbir totaliter rejim yolsuzlukları ortadan kaldırmadığı gibi, tek kişiye veya zümreye bağlı rejimlerde bu fiillerin yapılması her zaman daha kolay olmuştur.    Demokrasilerde yolsuzluklar elbette tamamen ortadan kaldırılamayabilir. Ama bunların ortadan kaldırılmasına yönelik etkin tedbirlerin demokratik düzenlerde alınabileceği, yolsuzlukların en aza indirilebilmesinin ancak böyle mümkün olduğu deneyimlenmiş, siyaset bilimcilerce ortaya konmuş bir husustur.

Önemli olan sistemi doğru dengeler üzerinde kurmaktır. Dolayısıyla Demokratik düzen içinde, nüfuz ticaretinin bir sistem haline gelmesi, adeta imtiyazlı politikacıların meşru bir hakkı gibi tanınmasını önlemek her zaman mümkündür!

Şayet bugün yolsuzluklardan hırsızlıklardan bahsedebiliyor, sesimizi çıkarabiliyorsak bunu yarım yamalakta olsa demokratik düzenimize borçluyuz. Şayet bugün yolsuzlukların artmasından şikâyet ediyorsak, tek başına iktidar süresinin olağan dışında uzaması bunda etkili olmuştur. Diğer önemli bir etki ise yeni kurduğumuz, dahası kuramadığımız sistemde demokratik düzeni işletemiyor olmamızdır.   Yeni tesis ettiğimiz sistemde denge/balans ayaları gözetilememiş, ciddi bir denetimsizlik ortaya çıkmıştır.

Demokratik düzende yargı siyasallaşır, gizli kapaklı yürütülen akçeli işlere ticari sır denilerek şeffaflık ortadan kaldırılırsa, en başta demokrasi yara alır ve bunun bedelini toplum olarak öderiz.

Ödüyoruz da!

İnsanları yargılama yaşını çoktan geçtim. Çok uzun süreden beri kendi nefsimi sorguluyorum. Ülke ve ülke insanları tel tel dökülüyoruz. İktidar ve muhalefet birbirini suçluyor. Hepsinin haklı ve haksız   oldukları noktalar var.  Öğretilmiş bir çaresizliği yaşıyoruz.

Kendimi bildim bileli bu ülke utanç verici olaylara sahne olur. Bu kaderimiz hiç değişmedi.  İdeolojilerle ve dava söylemleriyle delirtilmiş sözde dava adamı olduğu iddiasındaki siyasetçilerimizin iktidar hırsıyla yoğrulmuş icraatları, hep kaçınılmaz acı sonları ortaya çıkardı.

Böyle siyasetçilerin eylemleri, değerler sistemi tamamen tahrip olmuş, ideoloji sosuyla kıvama getirilmiş halkımızın haksız ve ahlaksız talepleri ile birleştiğinde karşılaştığımız sonuçlar bizleri şaşırtmamalıydı.

Şaşırdık!

Halbuki yediğimiz günah içtiğimiz günah!  Neden şaşırıyoruz?

Son 20 yılda kamu ihale kanunu yaklaşık 198 kez değiştirilmiş! Akla ziyan!

Makul mü bu sayı?

20 yılda, 240 ay var ve biz her 1-2 ayda bir ihale yasası değiştirmişiz.

Olacak iş mi? Olmuş!

Yukarıda tarihimizden bazı kesitleri verdim.

Ne mal olduğumuz ortada!

Eleştiriye önce kendimizden başlayalım.

Şu ticaretimize bakalım. Bu halimizden kim veya kimler sorumlu anlamaya çalışalım.

Eksik tartma yoluyla hırsızlık yapanlar kimler?

Dere yatağındaki evine imar almak için bin bir takla atıp rüşvet verenler kimler?

Ürettikleri gıdalarda hile yapanlar kimler?

Sahte boşanmalar yoluyla devletten maaş alanlar kimler?

Yeteri kadar kazandığı halde vergi kaçıranlar ve bunun için çeşitli yollara başvuranlar kimler?

Kamu hizmetinde bir memur olduğu halde mesaisini şahsi işleri için harcayanlar kimler?

Ticaretlerinde halkı aldatmak için reklam yapanlar ve yine tüketiciyi çeşitli yollarla yanıltmak için gayret gösterenler kimler?

Torpil ve kayırmacılık teklifini her fırsatta yöneticilerin önüne götürenler kimler?

Gıdalarda hile yapanlar, hatta çocukları dahi hileli gıdalarla zehirleyenler kimler?

Kamu itibarını ve araçlarını şahsi amaçları için kullananlar kimler?

İmara açılacak araziyi gizlice belirleyip, sonra   bu arazileri ucuza kapatan, bunları kendilerine, eşlerine, dostlarına ve yakınlara peşkeş çekmek suretiyle halkın malını çalanlar kimler?

Hediye adı altında rüşvet alanlar verenler, almak haram vermek helal diyen fetvacıları üretenler kimler? Yolsuzluk yapılmasını isteyenler ve yolsuzluk yapanlar kimler?

Ormanları yakanlar kimler?

Fırsatını yakaladığı anda ağaçları yok ederek rantı yüksek arazileri talep edenler kimler?

Üç kuruş fazla kazanmak için yatırım yapmayan, çevreyi ve denizleri kirletenler kimler?

İhaleye fesat karıştırmak kimlerin talebidir?

Topluma ve sağlığa zararlı yiyecek ve ürünleri satmaktan kaçınmayanlar kimler?

Fırsatını bulduğunda üreticiden malı değerin altında alanlar, icra ile satılan malları, 5-10 yerine 1’e alarak bunu geçim kapısı yapanlar kimler?

Kaçak elektrik ve su kullananlar kimler?

Kamu malını faydasına ve gereksiz işlere harcayanlar ve saçıp savuranlar kimler?

Ülkeden mevcut iktidara göre sendika değiştiren öğretmenler, doktorlar, mühendisler, sağlık çalışanları, din adamları vb her türlü kamu görevlisi kimler?

Siyasal konjonktüre göre sendika değiştirenleri en prestijli makamlara/görevlere atayanlar kimler?

Seralarda sattığı sebzenin yanında kendi ailesi için ayrı bir köşede sebze yetiştirip kendini zehirden koruduğunu düşünürken, zehirli ürünleri satan şark kurnazları kimler?

Bu ürünlerin zehirli olduğu tespit edildiğinde kamu görevlilerine rüşvet vererek ilgili raporları imha ettirerek gelişmiş dış ülkelere ihraç edemedikleri zehirli ürünleri kendi halkına yedirenler kimler?

Mal için birbirlerini öldüren akrabalar kimler?

Hangi analar, babalar, kardeşler, kuzenler, halalar, teyzeler üç-beş metrekare toprak için ev için adliyelerde çözüm bekliyorlar?

Bu soruların muhatabı ben değilim, bunların hiçbirini ben yapmıyorum diyenler çıkabilir. Bu dahi onları sorumsuz yapmaz! Bütün bunların yapıldığı toplumda hep beraber yaşıyoruz. Dolaysıyla bu ahlaksızlıkların hepsi olup dururken sen ne halt ediyordun diye sorarlar adama!

Şayet bu gerçeklerle yüzleşmezsek ve bunu değiştirmekle ilgili irade koymazsak, bizdeki iktidar değişimleri hırsızların değişiminden ibaret kalmaya mahkumdur.

Hırsızlardan müşteki olanlar önce kendileri hırsızlıktan, yolsuzluktan vazgeçmek zorundalar. Bu işlere karışmayıp aman başıma bir şey gelmesin diye ölü taklidi yapanlar içlerindeki insanı diriltecekler. Cinayete, hırsızlığa, yolsuzluğa seyirci kalan, cinayet suçunun da hırsızlık suçunun da ortağıdır!

Aksi halde olmaz, olmayacak!

Ülkeyi soyana, gelecek nesilleri ipotek altına alana tepki göstermek; tecavüzcüye adliye salonlarında saldırmak kadar kolay değildir bu ülkede.

Bugünkü duruma isyan eden bazı arkadaşlara, geçmişte de böyleydi dediğimde, hiç bugünkü kadar olmamıştı itirazını yükseltiyorlar. Doğrudur. Daha önce hiç bu kadar uzun tek bir siyasi partiye ülke teslim etmemiştik. Daha önce hiçbir siyasi partiye bu kadar güvenip bu kadar yetki de vermemiştik. Bu kadar yetkinin insanı baştan çıkardığını tarihten ders alarak değil bizzat deneyimleyerek öğrendik.

Oysa Demokratik düzenlerde bazı tedbirler çerçevesinde iktidarın teslim edilmesi, yasama, yürütme ve yargı erklerinin ayrılması, iki dönem şartlarının konması boşuna değildi!

Biz Amerika’yı yeniden keşfe çıkmaya kalktık!

Sonuç bu oldu!

Kabul edelim artık, biz buyuz!

“Gerçek şu ki, insanlar kendi iç dünyalarını değiştirmeden Allah onların durumunu değiştirmez.”

(Rad 11)

Biz değişmedikçe ne hamamlar değişecek ne taslar…

Kendini değiştirmeye yanaşmayan küçük hırsızların büyük hırssızlardan şikâyet etmesi bir tesadüf veya talih değil, acı bir sonuçtur.

Zira bize bir kötülük dokunduğunda bunun sebebi kendi elimizle yaptıklarımızmış! (Şura30) Değil mi?

İnanan inanır, inanmayan el’an görüldüğü üzere yaşayarak görür!

Bugün görmezse yarın muhakkak görür!


Yorum yapabilmek için oturum açmalısınız.