Yaşadığımız yangın ve sel felaketleri süreci sonrasında sosyal medyada bir video dolaşmaya başladı. Üç yıl öncesinin bir videosu. Kaçırmışım o günlerde. Yazar olduğu rivayet edilen yazarın kayıtları önüme düşünce doğrusu kulaklarıma inanamadım!
Sizde buyurun. Spikerle diyaloğunda aynen şöyle söylüyor araştırmacı yazar!
“Daha bir hafta önce Ankara’da portakal büyüklüğünde dolu yağdı. Yollar kapandı. Efendim Hatay’ın bir ilçesinde iki metre kareye beş metre kare halı kadar bir alana bulutlardan kovayla su döktüler. Sağda solda hiçbir şey yok, bulutlardan iki metrekareye beş metre bir alana kova kova su döküyorlar. Bir anormallik var burada. Ben hani Ankara’da yolları filan su bastı ya. Ben o yağmurun normal, doğal olmadığı kanaatindeyim. Böyle bir yağmuru İstanbul’da denemek isteyebilirler. Ankara’daki o felaket onbeş dakikalık bir yağışa sebep oldu. Tabi bunları yapıp deniyorlar ve bakıyorlar 15 dakikada ne oldu? Peki o yağmur bir saat devam etseydi. Şimdi Ak Parti hükümeti yerel yönetimlerdeki başarılarıyla bilinir. Bunu sonlandırmak istiyor olabilirler”.
– Yani Sabotaj diyorsunuz.
“Evet. Çünkü seçime gidiyor Türkiye. Ben Ankara’daki yağmurun doğal olamadığı kanaatindeyim. Bizim sanayi ve endüstri bölgelerimizde küçük küçük hortumlar oluyor. Bunların bir deneme olduğu kanaatindeyim. Doğu ve güneydoğu bölgemizde köylerimizde bazı böyle küçük küçük depremler oluyor. Aslında tüm süreci yönetebilseler ve kontrolleri altında olacağına ikna olsalar, yani bundan emin olsalar sanıyorum dünyanın geri kalanı üzerine çok daha şiddetli gelecekler, fakat bu manipülasyonların kendilerini de etkileyebileceği endişesiyle çekingen…”.
– Çok da ileri gitmek istemiyorlar.
“Evet gidemiyorlar. Bir taraftan da elinizdeki, bu silahı çok ekonomik kullanmanız gerekiyor. Böyle açık verirseniz iki metrekareye beş metre kare bir alanda yağmur yağarsa 27 Mayısta portakal büyüklüklünde dolu yağarsa insanlar bundan şüphelenebilir…”.
Böyle bir diyaloğa ne denir?
Bu arkadaş bunu inanarak söylüyorsa, yani hasta ise mazereti vardır. Sözüm olmaz da bu arkadaşı televizyonlara çıkaranlara diyeceğim olur.
Onlar da mı hasta?
Kanal kanal gezip halkı her konuda aydınlatan araştırmacı yazar şayet hasta değilse ve gerçekten araştırmacı yazarsa, iklim değişiklikleri, bir başka deyişle küresel ısınma ve dünyaya çıkarttığı/çıkartacağı faturaları incelemesini öneririm.
Ayrıca fizik okuyup okumadığını, okumuş olsa bulutlardan iki metrekareye beş metre bir alana kova kova su döküyor olmanın imkansızlığını anlatmak isterdim.
Gördü mü, başkasının mı yalancısı?
Ama en önemlisi, (içimden geldiği gibi söylemek istiyorum) yağmur, deprem, sel gibi doğal afet konularında komplo teorileriyle saçma sapan iddialarda bulunanların alayına burada “Allah nerede lan!”, diye sormak isterdim.
Kitaba inananlar bilir.
Kur’an’daki ilk kıssa bahçe sahipleridir.
Kendini bahçenin sahibi zanneden ve onu yoksullarla paylaşmayı düşünmeyenlerin bahçelerini Allah bir afet marifetiyle yok eder. (sel, yangın, salgın hastalık vb.) Allah; “bahçenin gerçek sahibi benim, buradan size verdiğim nimetleri neden yoksullarla paylaşmıyorsunuz?” der.
Araf suresi 115’te; Onları o müthiş deprem yakalayınca Mûsâ dedi ki: “Ey Rabbim! Dileseydin onları ve beni daha önce helâk ederdin. İçimizdeki beyinsizlerin işledikleri yüzünden bizi helâk edecek misin? Bu iş, senin imtihanından başka bir şey değildir…” ayeti neyi anlatır?
Enfal 54’te; “Firavun hanedanı ile daha öncekilerin hali de böyleydi. Onlar Rablerinin ayetlerini yalanlamışlardı. Biz de onları günahlarıyla helâk ettik ve Firavun hanedanını suda boğduk. Zira onların hepsi zalimdi.” Ayeti ne anlatır?
Hakka 5’te; “Semud mu? Onlar şiddetli bir (yer) sarsıntı(sı) ile yok edildi” ayeti ne anlatır?
Örnekleri çoktur!
Deprem, sel, fırtına, kasırga, volkanik patlamalar vb. doğa olayları, Allah’ın kulları helak ve ıslah araçlarıdır. En azından biz öyle biliyor, öyle inanıyoruz!
Bu doğa olaylarına tedbir alınmaz demek değildir elbette. Ancak bunun da bir sınırı vardır. Önlenebilecek doğa olaylarını önleyememek akılsızlığına duçar olmuşsanız da helak edilir veya büyük bedeller ödemeye mahkûm edilirsiniz.
Mesela siz dere yatağına ev yaparsanız, felaketini yaşadığınız gün bileceksiniz ki, Allah sizi beyinsizliğiniz yüzünden helak etmiştir! Beyinsizliğinizi yüzünüze çarpmıştır!
Önlenebilecek veya önlenemeyecek felaketler başınıza geldiğinde biriktirdiğimiz zulümler bir şekilde patlamıştır diye düşünmemiz daha iyi insan ve toplum olmak için bir araç olur. Din bunun için vardır desem yanlış olmaz sanırım. Elinden, belinden, dilinden, hasılı her türlü dünyevi eyleminden emin olunan iyi insan üretmektir dinin amacı.
Bir din kötü insan üretiyorsa dininizi/dini öğretilerinizi sorgulamak durumundasınız!
İşte bu nedenle etrafında olanları görmeye, yağmur, sel, yangın ve benzeri gibi dünya var olduğundan beri olagelmiş doğa olaylarını komplo teorileriyle açıklayan ve Allah’ı akıllarına getirmeyen, dolaysıyla kendini sigaya çekmeyen inanan profilini yadırgıyorum.
Halbuki inananlar mağdur konumundayken bunları çok iyi biliyor gibiydiler!
Şöyle tarihe gidip bazı şeyleri hatırlayalım mı?
Sayın Cumhurbaşkanını önce İstanbul Belediye Başkanlığı’na, sonra Başbakanlığa ve sonunda Cumhurbaşkanlığına taşıyan süreç.
Kulak burun boğaz uzmanı Prof.Dr. Nureddin SÖZEN İstanbul Belediye Başkanı.
İSKİ yolsuzluğuyla belediye yönetimi büyük bir rezillik içinde ve tam anlamıyla batık.
Çeşmelerden damla su akmıyor. Su yok!
Çöpçüler grevde.
Sokaklarda çöp dağları oluşmuş ve şehir salgın hastalık tehlikesiyle karşı karşıya!
Tek damla yağmur düşmüyor.
Yıl 1993!
Sözen büyük paralar harcayarak ABD’den yağmur bombaları getirmiş gökyüzünde patlatıyor ama nafile, çare olmuyor.
Barajlar boşalmış halk burnundan soluyor.
Maden sodasıyla hatta gazozla sakal tıraşı yapılan günler.
İşte Erdoğan’ı en yukarılara taşıyan dünyevi sürecin ilahi taşları böyle döşenmişti.
O günlerden şu iki gazete kupürü her şeyi anlatır sanırım.
1994’de Erdoğan’ın belediye başkanı olmasıyla beraber gök adeta deliniyor barajlar doluyor. Bu süreçte gereken tedbirler alınıyor. Istranca Su Projesiyle Istranca derelerinin suyu İstanbul’a bağlanıyor ve 1 yıl gibi kısa bir süre içinde sorun çözülüyor.
1994’de yağan yağmurlardan sonra SÖZEN, Tanrı da (yukarıdaki de) ondan yana diye tarihi bir söz söyledi.
Bu söz gazete manşetlerine taşındı.
SÖZEN 2018’de yaptığı bir röportajda da “İstanbul’u Tanrı susuz kıldıysa yerel yönetim ne yapabilirdi?” diye sorarak, o gün içinde olduğu çaresiz durumu açıkladı. https://www.ensonhaber.com/gundem/eski-ibb-baskani-sozen-istanbulu-tanri-susuz-birakti
Dini inanca mesafeli duran, iç dünyasında mesafeli olmasa da inandığını söylediği laiklik prensibi gereğince mesafeli görünen sosyal demokrat bir belediye başkanının doğal tepkisiydi bu.
O günlerde muhafazakâr/İslamcı siyasetçiler Allah’ın kendilerinden yana olmasından dolayı son derece memnun olmuşlardı.
Seçim propagandalarında kullandılar bu sözü!
İşte siyasi muhalifleri bile itiraf etmişti.
Allah onlardan yanaydı!
Ne de olsa Allah davasının dava erleri idiler!
O günlerde, babasından dolayı siyasete itelenmiş SHP başkanı Fizik profesörü Erdal İnönü çok şaşkındı. Bu naif adam nereye düştüğünü kestiremiyor, ne yapacağını bilemiyordu. Tüm basında İSKİ yolsuzluğu eleştiriliyor SHP (CHP) yerden yere vuruluyordu. Örneğin, Hürriyet yazarı Emin ÇÖLAŞAN, 20 Ağustos 1993’te “Ergun vakası SHP’ye uzanıyor. Malı götüren Ergun tek başına değil. Ergun’un yiyici bir piyon olduğu ancak uçkuru nedeniyle okkanın altına gittiği anlaşılıyor. Ergun’un ardında SHP’nin olduğu duyumları giderek artıyor” diyordu.
SABAH’tan Necati DOĞRU, 30 Ağustos 1993’te “4.5 trilyonluk paranın hortumlanmasında” tek suçlu Ergun Göknel mi? Eğer bu olay gelip gelip sadece ‘vurun Ergun Göknel’e’ kader kurbanı ucuzluğunda kalacaksa Cumhuriyet fikrini de açıklayamayız” diyordu.
Milliyet yazarı Yalçın DOĞAN, 15 Ekim 1993’te “Sözen’in hakkında istenen mahkûmiyet belediyeyi iyiden iyiye felç ediyor. İSKİ duruyor, İstanbul duruyor, Sözen de duruyor!.. Haydi Sayın Sözen, on milyon insanın yaşamını tıkamaktan vazgeçin ve istifa edin!” diyordu.
Bu diyenlerin hepsi CHP, yani o günkü adıyla SHP destekçisi gazetecilerdi.
Nitekim yukarıda sizlere sunduğum bilgiler A haberden alıntıdır.
Bu konu 13.03.2019 tarihinde “CHP destekçisi yazarlar bile isyan etmişti!” başlığı altında haber yapılmış, bu haberlerle yerel seçimde halka 31 Mart 2019’da gerçekleşecek yerel seçimde aman bunları unutup da CHP’ye oy vermeyin uyarısı yapılmıştı.
Halk bu uyarıya kulak asmadı.
İktidar erki de bu yenilgiyi kabul etmedi.
İstanbul büyük şehir belediyesi seçimlerini tekrar ettirdi.
Devlet erki ve yargı kullanılarak gerçekleştirilen, görünüşte yasal özde gayri yasal ve gayri meşru seçimde halk gayet sağlam meşru bir mesaj daha verdi.
Zira güç sarhoşu erk, görünen köye kılavuzla gitmekte ısrar etmişti.
Seçim günü öğlen vakti sosyal medyamda şöyle yazmıştım:
“Yerel bir politikacı hırsızlıktan ve yolsuzluktan halk vicdanında mahkûm olduktan sonra, istediği kadar proje anlatsın! Halk onun bütün projelerinin harama, hırsızlığa ve zulme çıktığını bilir. Kirlenmiş siyasi partilerin önüne koyduğu, diğer kirli adaylardan birini tercih etmek çaresizliğiyle de olsa projeci mertebesine yükselmiş, namussuzluğu tescillenmiş, birkaç kez denenmiş, profesyonel yalancıları sandığa gömer. Bugün işte öyle bir gün! Ülkemiz için hayırlara vesile olsun inşallah”.
Aynı gün, hukukçu Kemal Gözler ’in “Hukuk Nereye Gidiyor? Gözlemler ve Sorunlar” başlıklı bir makalesini şu sözlerle yayınlamışım:
“Bu konu bugün yapılan yerel seçimlerden çok daha önemli! Zira devletin bekasını ilgilendiriyor. Hukuk yoksa devlet yok olur! Ülkemizi idare edenler, işi gücü bırakıp hukuka bakın! Şayet bu sorunu çözemezseniz hiçbir şeyi çözemezsiniz. Bu bataklık hepimizi yutar. Hukukun olmadığı yerde ne ekonomi olur ne mutlu insan!”
İşte o günlerden bu günlere böyle böyle geldik.
Kardeşlik vazifemizi ve uyarılarımızı yaptık.
Ancak kâr etmedi maalesef.
Bugün mafya devlet ilişkileri ayyuka çıkmışken, pislikler ortalığa yayılırken, savcılar hakimler görev yapmaz hale getirilmişken, tecavüz, cinayet, uyuşturucu, kara para hikayeleri yalanlanamazken, muhafazakâr iktidar destekçisi gazeteciler niye yazamıyor, neden konuşamıyor?
Lal oldu hepsi!
Karşı cephe; “Ak Parti destekçisi yazarlar bile isyan ediyor!” başlığı atamıyor!
Bu sözde gazetecilere göre her şey çok güzel. Kalemin namusu yerlerde sürünüyor.
Neyse konumuza dönelim.
Sonra sayın ERDOĞAN İstanbul Şehr-i eminliğine böyle bir ortamda geldi.
Neden ve nasıl?
Sanıyorum Tanrı kut vermişti ona!
Eski Türk Kültürü’nde böyle inanılırdı. Başarılı olan liderlere Tanrı yardımı söz konusuydu.
Tanrı yardımı olmadan olamazdı böyle bir yükseliş.
Tanrı kut verdiğinin aleyhine olanları evirir-çevirir ya yardımına mazhar olana hizmet eder hale getirir ya da yoluna çıkanları telef ederdi.
Tanrı tuzak kurucuların en hayırlısı olarak devreye girerdi.
Recep Tayyip Erdoğan Tanrı yardımının eriştiği işte böyle bir liderdi.
Yine Türk inanışında lider başarısızsa bunun nedeni Tanrı kut vermediğindi!
Başarılı iken başarısızlığa evirildiğinde ve yaptığı işlerde çuvalladığında, toplumunu, kavmini yıkıma doğru sürüklediğinde, Tanrı kutunu geri aldığından böyle olurdu!
Aslında Tanrı yardımını kesti demekti bu.
Gerçek şu ki; bu inanç esası tüm semavi dinlerde böyledir.
Örneğin bizim dini inanışımıza göre Allah yardım etmedikçe kimsenin önü açılmaz.
Elbette Allah/Tanrı çalışana verir, sünnetullah böyledir.
Ancak her çalışan başarılı olur demek değildir bu.
Bazılarının işi ters gider.
Halk dilinde bu, kısmetli ve kısmetsiz kavramlarıyla tefsir edilir.
“Allah size yardım ederse artık sizi yenecek hiçbir kimse yoktur; eğer sizi yardımsız bırakırsa O’ndan sonra size kim yardım edebilir? Müminler yalnız Allah’a güvensinler” (Ali İmran 160) ayetine muhataptır Müslümanlar.
Tanrı istemeden yaprak kıpırdamaz.
Allah’ın yardım etmediğine kimse yardım edemez.
Tanrı’nın yardımı olmadan hiçbir şey başarılmaz.
Rab yardımını kestiğinde inkârcılar, azgınlar sınavı kaybedenler helak edilirler.
Görünen gerçek bu olduğu gibi, kural da budur.
Sonuç olarak bu inançtan payını almış bu kültürün bir çocuğu olarak şuna inanırım;
İstanbul belediye başkanlığıyla siyaset ve yönetim basamaklarını hızla tırmanan ve tüm yönetim erkini ele geçirme başarısını gösteren sayın ERDOĞAN, Tanrı’nın yardım edip yolunu açtıklarındandır. Tanrı ona kut vermişti! Bu sebeple ona kurulan tuzaklar boşa çıkmış, ters de atsa düz gelmiştir. Aleyhindeki süreçler siyasal ve sosyal hayatta hep lehine dönmüştür.
Bazıları diyebilirler ki; “Öyle değil, ABD ile anlaşarak iktidara gelmişti”.
Ben de derim ki, o da Tanrı’nın planına dahildir.
ABD Tanrı değildir ki böyle bir şeyi başarsın. ABD’nin yaptığı sosyal mühendislik materyallerini kullanarak olayları kendi çıkarları istikametinde geliştirmesi ve kullanmasıdır. ABD’de bilim adamları bir toplumu inceler, dere yatağının aktığı yeri tespit eder. Bundan sonra emperyal bir güç olarak ABD, derenin aktığı yatağı düzenleyerek kendi adına menfaat devşirir. Bunu yapan ABD’yi suçlamam. Neyi nasıl yaptığını anlayıp oyuna gelmemeye çalışırım. ABD siyasal akışın ERDOĞAN’ın yıldızını parlatacağını görmüş, ona göre konum almış, suyun akış istikametine göre konumlanmıştır. Hepsi bu! ABD hiçbir şeyi kendi yapmadı. Bilimle bilgiyle vaziyet aldı.
Dolaysıyla dış güçler, ABD, İsrail, bize bir şey yapmıyor. Bize yapılanı biz yapıyoruz.
Sonuçta Erdoğan zirveye taşınmıştı.
Elan zirvededir.
Ancak sona geldiği anlaşılmakta, siyasal hayattaki düşüş hızla sürmektedir.
ERDOĞAN’dan duymayı asla hayal bile edemeyeceğimiz şeyleri sık sık duymak bir yana, hata yaptığında hızla hatadan dönmesini bilen bir lider gitmiş, yerine hatasında ısrar eden bir lider gelmiştir.
Ters de atsa, düz de atsa hep ters gelmeye başlamış, FETÖ ile patlayan ve adalet sisteminin çöküşü ile devam eden süreç tüm yönetim erklerinin iflasıyla sonuçlanmaya başlamıştır.
Galiba ERDOĞAN, kendine uyarı yapabilecek evsaftaki insanları yanında tutmamış ve tutmamaktadır.
Her türlü yorumlayabilirsiniz.
İşin ilgi çekici yanı, gemide panik havası bile yok gibidir.
En azından dışarıya öyle bir görüntü vermeyi güç zannedenler var.
Suriyeli ve Afganistanlı göçmenler sorunu, orman yangınlarına hazırlıksız yakalanma, en sonda sel felaketi!
Yanan ve sele kapılan ocaklar.
Herşey üst üste geliyor.
Fakat yönetim erkinde durumu anlayan yok.
Aslında anlayan çok da alamete bindikleri için kıyamete son sürat yol almanın kaçınılmaz olduğunu düşünüyorlar!
Neden?
Zira hayatlarında Allah yok.
Bu dünyada yaprak kıpırdasa Allah’ın izni ve inayetiyle olduğunu unutmuşlar. Belki de böyle bir inançları hiç olmadı ve bunu kendileri bile bilmiyorlardı. Bu sebeple Allah’ı göremediklerini fark etmiyorlar.
Aslına bakarsanız dünyadaki iş, oluş ve yaratışların Allah’ın yarattıkları vesilesiyle olduğuna inandıklarından (şirk inanışından) meseleyi fark etmiyorlar.
Allah’a giden yolda o kadar çok put (vesile) yerleştirmişler ki, Allah’ı görmeleri ve gücün asli kaynağını bilmeleri imkânsız hale gelmiş.
Galiba Allah mühürlemiş bazı zarfları!
Mühletlerinin dolmasını bekliyor.
Söylemlerle eylemlerin birbirini tutmadığı (Saff 2-3), Allah’a, emanete, adalete sadakatin (Nisa 58, Meariç 32 ) yerininin kullara sadakatin aldığı, Allah’a can pahasına verilen sözlerin (Muhammed 21, Ahzab 23,24) zalimlere verilen sözlere tercih edildiği, adı Müslüman kendi müşriklerin hakim olduğu dünyada yaşamanın bedelini elbette ödeyeceğiz. Denenip sınavdan geçirilmeden “iman ettik” demekle bırakılacağımızı mı sanıyorduk! (Ankebut 2,3)
Yok öyle üç köfte 25 kuruş.
Hem ön koltukta gidelim hem 25 kuruşa gidelim, yok öyle!
Bu yaptıklarımızın bedelini elbette ödeyeceğiz.
Allah’ı hesap etmeden yürüyen sözde Müslüman!
Bu sözümü lütfen duy!
Tüm iş ve oluşların sahibi Allah’tır.
Oyunu Allah başlatır, Allah bitirir.
Tüm hayatımız bunu öğrenmek içindir.
Öğrenmemekte ısrar edip bu dünyada bütünlemeye kalırsak, birçok kez dönme (bütünleme) fırsatı tanındığı halde küfrümüzde ısrar edersek, bize özel açılmış bütünleme sınavlarını da başarmamayı başarırsak, yolun sonu görünüyor.
Bu kadar boş laf, bu kadar mugalata yetsin artık!
Görmüyor musunuz?
Allah var Allah!